Herkes kendi iyiliği, menfaati için yaşar. Kendi iyiliğini, kendi menfaatini istememek yaşamamak demektir. İnsan "kendi yarar ve menfaatini arzu etme" hissinden soyutlanarak hayatı düşünemez. Yaşamak demek, kendi iyilik ve menfaatini istemek demektir. İnsanın--dolaysız bir biçimde-- hissettiği hayat, yalnızca kendi şahsi hayatıdır. Bundan dolayıdır ki, arzuladığı iyilik ve fayda ona ilk bakışta yalnız kendi şahsıyla sınırlıymış gibi görünür. Gerçek hayat sahibi olarak sadece kendisini görür. Çevresindeki diğer varlıkları ise sözde hayat (sahibi) şeklinde tasavvur eder.
İnsan, diğer varlıkların hayatını, inceleme sonucunda öğrenir. Onların hayatını ancak bilmek ve düşünmek istediği zaman bilir. Ne var ki, kendi hayatını bilmesi böyle değildir. Kendisinin bir hayat (sahibi) olduğunu--bir an için bile-- unutması imkan dışıdır. Bu nedenledir ki, onun gözünde hakiki hayat sadece kendi hayatıdır. Çevresindeki diğer varlıkların hayatı ona kendi hayatının bir uzantısı gibi görünür. Diğer varlıklar için bir kötülük arzu etmemesi, onların elem ve ıstıraplarını görerek muzdarip olmamak içindir. Başkaları için bir iyilik istemesi de yine onların şahısları için olmayıp başkalarının mutluluğundan kendisine fayda payı çıkarabilmek içindir. İnsandaki menfaat arzusu incelenip tahlil edildiğinde, bu arzunun yalnız dolaysız olarak algıladığı kendi şahsi hayatına munhasır olduğu görülür.
İnsan bu arzuların peşinde koşarken, bunları tatmin için çevresindeki diğer varlıklarla da bağ ve ilişki kurması gerektiğini anlar ve diğer canlılarla kurduğu bu bağ ona her canlı varlığın tıpkı kendisi gibi düşündüğünü, onların gözünde de gerçek hayatın kendi şahsi hayatlarından ibaret olduğunu ve arzuladıkları iyilik ve menfaatin de yalnız kendi şahsi hayatlarıyla sınırlı kaldığını anlar ve tam anlamıyla kanaat getirir. Ve sonuçta anlar ki, bu canlıların her biri kendi cüzi menfaatleri için--düşünebilenler de dahil olmak üzere-- umumun zarara girmesine, hatta onların hayatlarına son vermeye hazırdır. Onun her şahsi menfaatin karşı bütün dünyadan oluşan kudret sahibi dirençli bir kitle vardır. Ve bunların her biri ferdi her an onun-- gözünde yegane gerçek hayat olan-- kendi şahsi hayatına son vermeye hazırdır. Bu gerçeği fark eden fikir sahibi kişi şu hükme varır. Daha önce gerçekleştirilmelerinin hayatı oluşturduğuna kanaat getirdiği bu gibi şahsi emeller, yalnızca katlanılması imkansız olmakla kalmayıp, aynı zamanda şahsi hayatı için yıkım nedenidir.
İnsan ne kadar çok yaşarsa bu gerçeği tasdik edecek o kadar çok tecrübe geçirir ve bu gibi tecrübeler ona kendi şahsiyetinin dışındaki kainatın hayatının onun şahsi hayatına amansız bir düşman olduğu yolunda bir fikir verir.
Bunun yanında, insan bütün şahsi emellerini tatmin etmeye uygun bir çevrede bulunarak her türlü arzusuna nail olsa bile, sonuçta yine tecrübe ve muhakeme ona şunu gösterir:" Şahsi zevkleri oluşturan her bir parça, onun kederlerini büyüten birer kötülükten başka bir şey değildir ve hayat meydanında ne kadar aşama katedilirse zevkler ile kederlerin birbiriyle doğru orantılı şekilde artması da okadar açık ve kesin biçimde hissedilir.
Aynı zamanda diğer canlıların elem ve kederlerini ve sonuçta ölüme kadar giden ızdıraplarını gören insan, yıkıcı binlerce tesadüf arasında titreyen şahsi varoluşu da tıpkı diğer varlıklar gibi, ölüm vadisinde ilerlemekte ve şahsi hayatıyla birlikte kendisindeki "menfaat arzusu" da tamamen yok olmaktadır. İnsan kendi hayatını incelediğinde şu iki şeyi hemen görür: 1)Yenilmesi imkansız kuvvetli bir rakip ile, yani bütün dünya ile mücadele etmek. 2) Bu mücadelede de kederle hep elele veren zevkleri doğuran şahsi emelleri esas maksad yapmak. Bu acı gerçeği fark edince, insan kendi hayatına son vermeyi ister.
Ne var ki, bunu yapmak mümkün değildir. Nitekim, araştırmanın sonucunda şu ortaya çıkar: daha önce gerçek hayat diye gördüğü kendi şahsı, gerçek bir iyiliğe ve hayata sahip olmayıp, bunlara gerçekten sahip olan, onun dışında ve onun -- dolaysız biçimde-- asla hissedemediği diğer hayat sahipleridir.
Anlar ki gerçek hayat sahibi sandığı kendi varlığı kısa bir süre sonra yokluğa karışacak ve bedenindeki her bir organ çürüyecek olsa bile, kendisinin dışındaki hayat sahibi kitle, onun yokluğundan hiç etkilenmeyerek o mücadele dolu karmaşasında var olmaya devam edecektir. İnsan düşündükçe, gerçek zannettiği şahsi hayatının yalancı bir rüya olduğunu; hayat ışığını kendi dışındaki hayattar kitlenin ihtiva ettiğini ve üzerinde taşımak istediği bütün niteliklere kendi şahsı dışındaki o hayattar kitlenin tamamen sahip olduğunu anlar.
Bu fikir insan için hüzün ve ümitsizlik noktasında yeni bir fikir değildir. Bu öyle apaçık ve sarsılmaz bir hakikattir ki, insanın zihnine bir düşmeyegörsün, onu hafızasından silmek artık kesinlikle imkansızdır. Ve hiçbir görüş yoktur ki, insanı onun aksine ikna ederek beşerin düşüncesinde onun yerini alabilsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder